15 Ekim 2010 Cuma

belkide biraz emanuela.

bu köşeyi seçince dahamı bi görünmez hissediyorum kendimi. koltugun bitiminin kenarındaki ufak bir deliği zula olarak tasarlıyorum her hangi bir anormal duruma. ne bileyim olur ya. yanımdaki kadının karnı acıkır ve sol el parmaklarımdan bazılarını yemek ister. hayır yemesin. yada ne bileyim en ön koltuktaki o yorgun adam öğüren iğrenç gözbebekleriyle bana sıçratır tüm geçmişini. yok istemem. çok ağır gelir. sadece kırksekizkiloyum belkide iki yüz gram fazla. biraz daha aç kalarak, üzerime atılan geçmişleri hiç kaldıramayacak kadar tensiz olabilirim. bu durumda kalmak çok güç. her zaman korkmuşumdur sağ yanımda oturan kişinin kalbimi koparmasından. onun kalbi solda ya. bir tanede sağda olsun ister filan, katlanamam. iki kalbim var bakın diye el sallar sonra camın ardındaki bedenlere. hayır derim o kalp benim. gülerler bana, ''-sen de kimsin, hayalet. köşede oturmuşsun, bak yok ayak bileklerinde. ayak bilekleri olmayanın kalbimi olurmuş. yazık, sende.'' köşe daha rahat, camın hemen yanı. ondan. yoksa bak, arkadan dördüncü sıra koltugun sağ tarafınada oturabilirdim, eğer oradaki genç adam bu kadar yorgun olmasaydı. öyle yorgunki, yanakları seksendokuz yaşında. göz çukurları için doktorlar iki gün biçmiş. ellerinin birisi altmış üç, digeri ise yüziki yaşında.

''-hadi be sende. ayak bileklerin bile yok.''

bir süre sustular. bir kız ağlıyordu. o küçük böylesine çok ağlıyorken, kırmızı babetlerin var, ağlama demek istedim. sonra bir baktım, annesinin göğüs kafesi ölmüş. bıkkın ve ölgün bakışlar atarken bu kadın dünyaya, o küçük kız ne yapabilirdiki. fonda, birisinin saati beynime işler oldu. tik. tak. tik. tak. tik. tak. yeter. sus. yeni binen bir biri, şöför koltuğuna oturdu, yadırgadım. o koltuk boş olur dedi yandaki gözbebeği öğüren adam. özür diledi, yanıma oturdu. içimden yanakları seksendokuz yaşındaki adamın yanına oturması için, inandırıldığım tanrıya yalvardım. ama sesimi duymadı.

''-orayamı gidiyorsunuz?''

saçma(!) buradaki herkes oraya gidiyor zaten. buraya gidiyor tabelası yok ki arabanın önünde. yada şuraya. herkesin gitmek istedigi yerin bir karşılıgı var. sen oraya bindiysen, bende oraya bindiysem demek ki ikimizde oraya gitmek istiyoruz. bunu sormanın ne anlamı var. bu saçma adam, önümdeki kadından bile daha saçma. cevap vermedim. bu sefer de şöför orayamı gitti diye sordu. lâf. şöför önceden oraya gittiki, biz yolu bulabilelim. şöförü önceden gitmemiş yolcumu olurmuş?

tavanda ölü bir mavi var. bir ışık anca bu kadar soğuk olur diye düşünmeden edemedim. öyle soğukki kelvinsiz resmen. bir zaman sonra, oraya hala ulaşamamış olmanın sıkıntısıyla, köşeye dahada bir yanaştım, birisi dürttü. o saçma adamdır diye hayıflanıp adama baktım ki, diğer yanındaki saçları akordeon kızın parmaksız ellerine bakmakla meşguldü. yine dürttü birisi. beni dürtenin, köşenin en dibindeki delikten çıkan bir parmak olduğunu farkedince dehşete kapılmamış numarası yaptım. çıksana şurdan dedi. şaka gibi. burada ben oturuyorum. sen de kimsin?. -''burada unuttular beni, kolu olmayan bir adam arabadaki bütün insanların kollarını alıp kendisine deniyordu. zor kaçtım. hangi yıldayız? tahminlerime göre 1892.'' güldüm. bu gece pek tatsız geçecek anlaşılan. arabada yer yok diyerek üzerime oturdu. kırksekizkilodan belkide iki yüz gram fazla olduğumu söylemiştim, kalksana üzerimden. bunu görünce yanımdaki saçma adam bile ''-ayrıca onun ayak bilekleri bile yok'' dedi.

''-sen yürüyemezsinde şimdi?.''

kadını üzerimden attım. vaziyete şaşıran küçük kız sustu. bu sessizlik daha fenaymış, rica etsem ağlarmısın? ben kızla uğraşırken, yanakları seksendokuz yaşındaki adam kahkaha atmaya başlamaz mı. buna eminimki hiç kimse bu kadar korkunç gülemez. bir an adrien brody oldu adam yorgunluğuyla. ama ondan bile daha yorgun bu. zaten yanakları seksendokuz yaşında, bide kalkmış kahkaha ile gülüyor. sinirden elbiseme resimler yaptım. yanımdaki adam yine orayamı gidiyorsunuz diye sordu. manyakmı bu adam. saçmalığa bak. duyamıyormuş numarası yapmaya karar verdim. bir süre sonra arabada tartışma çıktı. önümdeki kadın oturdugu koltuktan kalkıp yere oturduğu halde, yerine kimseyi oturtmuyormuş. deli mi ne. güya babaannesinin ilkokul öğretmeninin ölen köpeği çok yorulmuş, ona yer vermiş. saçmalığa bak, köpek yorulurmu hiç? adı üstünde köpek o. ortalık durulunca birisinin ısrarla arabaya binmek istediğini farkettim. hayır. bu araba dolu. rüyalarımda arkamdan koşup arabaya binmek isteyen o cüce kadındı sanki.. bu rüyayı gördükten sonra uyumama kararı almıştım. nerden çıktı ki bu kadın. akordeon kıza lütfen binmesin dedim. o'da buyrun hanım efendi dedi kadına. korkuyla şöför koltuğuna bağırdım, 'oraya ne kadar kaldı?

''-o kadar kaldı.''

mecburen kadına yalvarmaya karar verdim. lütfen beni yeme.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder