22 Ağustos 2010 Pazar

bir sorum olacak.

fonda çalarken nil, sokaklarda bağırsam. 'neden' . sonrada la la la. desem la la la. karıncalara, rengi kötü diye kimsenin sevmediği kelebeğe. hiç bilmediğim bir şehirde bir pubta, tanımadığım insanlarla, kanguruların keselerinin içinde aynı anda dört tane bebeği büyütebilmelerinin ne büyük bir mucize olduğunu konuşsam bana deli derlermiydi. kendime gelebilirsem, tekrar aura'm ne renk acaba diye merak edebilirim. twitterda gezinirken rastladığım bir site, fonda nil, bir anda nasılda döküldü sözcükler hiç tasarlamadan. meğer turuncu değilmiş bu pazar. sitedeki renkler değiştikçe duvarlarımın rengide değişsin istedim. acaba aura'm ne renk. yağmur ne renk. içimdeki o kız ne renk. şimdi ağlasam kangurular gözlerimi silermi?

08.2010

3 Ağustos 2010 Salı

hola.

bak ne çalıyor.
bir ihtimal daha var. oda ölmekmi dersin. bir ihtimal varmı gerçekten? sol üst kaburga kemiğimin kumarda sattığım bilmem kaçıncı tendonunu kazanmaya. bu kaburga kemiği hissizlikten uyuşmuşken birde üstüne alkolün içine sıçtığı karaciğerim hangi hadle haline yakınıyor. o ne oluyor. ben ne oluyorum.
vaziyet iyice grileşti. bi sararıyorum, bi gririyorum.
kim var orada?
korkuyorum, ses veriniz.

temmuz 2010.

gabriel.

ben miyim o? neyim. yinede tanırsın. artık gece. lacivert. kanımın ph değeri hangi şarkıyı yaşıyor ve bu insanlar neden bu kadar ayık. kalbimde gezinen lacivert tüm damarları tıkamış. midemde yüzen notalar ise tüm hücrelerime şarkı söylüyor. bir keman bu kadar dokunaklı ağlarken, organlarım nasıl renk verebilirki tenime. artık gri. herşey uğulduyor. ne saçma şeylerle meşgul insanlar ve dünya nasılda flu görünüyor beynime. algımın shutter ayarı bozuldu. düşük enstantanenin yol açtığı bu cisimsizlik kusma isteğimi arttırırken gittikçe saçmalıyorum; saçmaladıkça lacivert. tenimde gezinirken vodka, kalbime takılırsa düşermi? düşermi? ne kadarda yorgunum.. hep baş ucumda bir lades kemiğim olsun istemiştim. bir tanede fa. lütfen bana bir fa ver gideyim. neden mi diyez'im yok. mi neden diyezsiz. mi diyez, aynı zamanda fa ise ben neyim. sen nesin. fa ne? peki mi diyez fa ise şu bluzum neden bu kadar ütüsüz. ve bu ışık böylesine ruhsuzken herkez neden bu kadar çıplak. bu tanımadıgım mi diyez'siz insanlar ağızlarını kocaman açarak gülünce daha bi sevimsiz görünüyorlar disko topunun altında. pist bu kadar öğürürken onların organları şaşırtıcı derecede çıplak. bluzumun alyuvarlarında uykusuzluğa rastlanmış. öyle diyor gabriel. gabriel kim. ben kimim. gabriel el parmaklarımdan ikincisi ise, ben neden rimelsizim. rimelim yere düştü, hatta o filmdeki gibi karadelik var yerde. ve artık hem uykusuz hem rimelsizim. şu disko topunu alsam götürsem gabriel istermiydi? sus gabriel. insanları işaret ederek gösterme. bencede o kız kalbini bir kaç zaman öncede bırakmış. neden o adam o kızı sevemiyordu bende düşündüm. aralarındaki elektriği görmek için sadece izle. kızın üstündeki gece rengi bluz, içimden şu mideyi at diye bagırıyor. midedeki boşluk hissi onu artık çıldırtmış. yemek yiyip uyuyunca miden ütülenmiş gibi olur ya. bu his dahada beter. öyle diyor. söyleyelim midesini çıkarsın. adamın omuz başlarına bıraksın. sonra barmene bir içki koymasını rica etsin. sert olsun. bar sandalyesine gömülmüş insanları izlerken ben, gece aldatıyor bizi bir şişe jack'e.. burdaki herkes yüzsüz. barın kapısında bırakmışlar yüzlerini ve gece ilerledikçe yüzdeki kırışıklıklar tek tek itiraf ediyor gerçeği. yüz yıl uyumuş kadar yorgun, vodka kadehinde boğulmuş kadar nefessiz. gabriel. bana bir fa ver gideyim. gabriel. bana bir fa. gabriel. fa.

09.05.2010
03:28

p,y